İnsanlar
uzun uzun konuşuyorlar ama anlamanın önemi bence hep ikinci planda
kalıyor,daha da ötesi düşünmenin ne kadar gerekli olduğu hiç dikkate
alınmıyor. Önce düşünceler olacak ki konuşulsun, Ben fikir ile düşüncenin
aynı şeyler olduğunu ve birlikte ele alınması gerektiğini pek
sanmıyorum, neden mi? Çünkü insanlar herhangibir konunun üzerinde çok
fazla düşünmeden de fikir sahibi olabiliyorlar. Bu tehlikeli ve zararlı
birşey aslında ama buna maalesef engel olamayız, çünkü aslında biz de
aynısını yapıyoruz zaman zaman, bir konu hakkında düşünmeden ya da -en
azından- yeteri kadar düşünmeden fikir sahibi olabiliyoruz daha vahim
olan durum da şu ki fikir sahibi olduğumuz konuyu çeşitli şekillerde
hemen eyleme dökme girişiminde bulunuyoruz. Buna dur diyebilmeli insan!
Oturup üzerinde düşünmeli görüşlerini,fikirlerini.. Bunları herhangibir
düşünce sistemiyle akıl ve mantık süzgecinden geçirebilmeli kendine
karşı bu konuda her zaman dürüst olmalı çünkü unutmaması gereken şey
şudur; doğru, sen onu kabul et ya da etme, gör ya da görme, anla ya da
anlama her zaman ama her zaman doğrudur ve oralarda biyerlerde tüm
tevazusuyla senin onu bulmanı bekliyordur, Bir biyologun varlığını tahmin
edip aradığı ve yıllar sonra bulduğu bir böcek türüdür doğru, Bir
fizikçinin delicesine araştırmalara boğulup peşinden koştuğu ve
nihayetinde ona yaklaştığı Büyük Patlamanın kozmik kalıntılarıdır, bir
ilahiyatçının tüm temiz kalbiyle tanrıyı arayıp bulmasıdır. Yani doğru
aslında bunların hepsidir..Ama tek bir şart var bence, yani tek bir
önşart olmalı. Üzerinde düşünmek!!! Bu o kadar önemli ki. Hepimizin
ulaşmak istediği doğru bilgi değil mi? Hangi birimiz kandırılmaktan
hoşlanır, ya da hangimiz kandırıldığını bile bile bu hayatı yaşamak
ister? Eğerki ben bundan yani kandırılmaktan ve bunu bile bile
yaşamaktan mutluyum diyenlerimiz varsa zaten onlar illüzyonun dogmatik
girdaplarında kaybolmuşlardır demektir.Ve bu yazdıklarım en azından
onlar nezdinde asla amacına ulaşmamış ve ulaşamayacak demektir, ki bu da
onları konu üzerinde yeteri kadar düşünmeye sevk edememiş
olacaktır.Gelelim anlayabilmeye..
Anlamak, yani Arapça
söylemiyle idrak - ki bu kelime 3 temel anlamı içerir-, "Anlama
yeteneği", "anlayış" , "akıl erdirme" ve bunların yanısıra başka
anlamları da vardır "erişme", "ulaşma" ve felsefede ise "algı" olarak
karşılığını bulur, Kelamcıların üzerine basa basa vermek istediği anlamı
da "tümevarımla özelden geneli kavrayabilme yetisine sahip olabilmek"
tir.Neden Arapça kullanımına değindim, çünkü sanırım Arapça'da daha
fazla anlama gelebiliyor ve ifade gücü daha kuvvetli gibi.. Özel bir
nedenim yok yani.Biliminsanlarına gelecek olursak anlamak onlar için
herşeydir, çünkü onlar diğer insanlar gibi hemen anladıklarını
düşünmezler ve anlamaya çalışırlar, bilimi harika kılan, özel kılan, onu
heyecan dolu kılan şey "anlamaya çalışmak"tır... Dahası bilim anladıkça
kendini geliştiren ve daha çok anlamaya yönelen bir disiplindir.
Yanlışlanabilir olması bilimin bir eksiği veya hatası değildir,aksine bu
durum onun mükkemmelliğinin kanıtıdır.Yanlışlanabilen bilgi gelişime
açıktır, bu yüzden biliminsanları "anladıklarını" tartışmaya açarlarki
gerçeğe daha da yaklaşabilsinler.Newton'ın teorilerinde yanlışlar
olabileceği şüpheci zihinlerce düşünülmeseydi belkide Einstein gibi
büyük bir biliminsanını hala daha anlayamamış olacaktık, ve günümüz
teknolojisi dediğimiz şey belkide yüzlerce yıl geriden takip
edecekti..Bilim yanlışlanabilirdir ve doğruya ulaşmak amacından başka
hiçbir amacı yoktur ve olmamalıdır, aksi takdirde bilim olmaktan çıkar
ve aslına hakaret niteliği taşımaya başlar.. Ki bu eşzamanlı olarak ta
insan aklına hakarettir..
......
İşte bu kadar tanım yaptıktan sonra
anlamanın kelime anlamından öteye geçecek olursak, karşımıza nasıl
anlamamız gerektiği düşüncesi çıkar ki asıl varmak istediğim konu da
bu.. Karşımızdaki insanı anlamaya çalışırken aslında bilimsel methodu
kullanmak en güzeli bence. Yani düşüncelerimizin her ne şart altında
olursa olsun, ve her ne kadar kesin olduğuna güvenirsek güvenelim, her
daim yanlışlanabilir olabileceği ihtimaline açık kapı bırakmalıyız. Bunu
şöyle bir örnekle açıklamak istiyorum, misal taş devri zamanında uzak
mesafeler arası iletişim mümkünmüydü? Hayır... Hatta bu hayal dahi
edilemezdi. Çünkü böyle bir ihtiyaç bile yoktu, o dönemin insanları için
cep telefonu hatta sabit telefonlar bile imkansızdı, ve bunu (yani
böyle bir teknolojinin imkansız olacağını) o gün sahip oldukları
bilgilerle açıklayıp destekleyebilirlerdi bile, zaman yolculuğu yapıp
geçmişte yaşayan birisi oraya telefon hatları kurmadan ve ilk telefon
görüşmesini sağlamayadan bu kişileri ikna bile edemezdi, hoş :) etse de
ona büyücü bile denebilirdi,.. Kısacası o dönemin insanları için telefon
ve kıtalararası iletişim "kesinlikle olamaz" konumundaydı çünkü hayali
bile kurulamazdı, ama bir söz vardır ya hani "asla asla deme!" diye.,
işte önemli olan bu söz aslında. Çünkü biz hala birçok şey için "asla!"
diyoruz..Düşüncelerimizi değişime açık tutmak bizi düşüncelerimizde
zayıf değil aksine daha da güçlü kılar! Ve bunun yani değişime açık
duruşun, başından beri anlatmaya mücadele verdiğim "anlamak-idrak etmek"
konusunda da bize yol gösterici olacağına hiç şüphem yok.
Özetle, Anlamak gerçekten iletişimde en önemli adımlardan biridir, ve aslında aynı zamanda da çağımızın en büyük sorunlarından biridir. Unutmamamız gereken şey şu olmalı bence, Ünlü Astrobiyolog Carl Sagan'ın kozmolojisinden biraz anladıysam, -biz- yani tüm dünya tek parça halinde birbirine bağımlı birçok dişlinin birbiriyle uyum içerisinde hareket ettiği ve hareket etmek zorunda olduğu tabiri caizse biyo-mekanik bir organizmayız, ve "kendisiyle savaşım içerisinde bulunan bir organizma yok olmaya mahkumdur" Hayatta kalabilmemizi sağlayan yegane tutum, anlaybilme ve değişime açık olabilme gücümüzdür, Bundan yola çıkarak konuşmamızın niceliğinden ziyade niteliğine odaklanmalıyız.
Herkese iyi akşamlar :)
U.E.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder