8 Temmuz 2014 Salı

Kozmos ve çocukları yani bizler...


"we are a way for the cosmos to know itself"
Carl Sagan,

"Biz, evrenin kendini tanıma yollarından biriyiz."
Carl Sagan,

Üstadın sözleri üzerine konusmak yerindedir diye düşündüm. Evet biz gerçekten de kendini inceleyen bir evreniz, işin güzelliği de burada değil mi aslında? Biz hepimiz sen-ben-biz, onlar hepimiz aklımıza gelen herkes ve herşey işte hatta zaman ve mekan da dahil herşey, mükemmel olmayan ama ironik olarak biraz da bu yüzden heyecan ve umut veren, bir kozmosta yaşıyoruz, En küçük atom altı parçaçıktan hatta kuantum köpüğünden tutun da  en büyük sistemlere kadar enerji ile dolu bir sistem ve biz bu sistemin kendini tanımaya,öğrenmeye çalışan organik elçileriyiz..Bütün kutsallık aslında burada hatta bize o kadar yakın ki burnumuzun dibinde bile değil, bedenimizin, beynimizin ve kalbimizin içinde ama ne var ki biz bu kutsallığı hala uzaklarda arayarak zaman kaybediyoruz.(Burada dinlerin getirdiği kozmolojiye girmeyeceğimden şüpheniz olmasın.Bu üzerine zaman ve ilgi harcanmaya değer ayrı bir tartışma konusu.) Ne varki doğaya yaklaştıkça, onu anladıkça ve tecrübelerimizi birikime dönüştürdükçe bizler yani, kozmosun çocukları ona hayırlı ve faydalı birer evlat olabilme şansını yakalayacağımız kanaatindeyim.Burada kastım aslında çok açık ve net,doğayı anlamak ve onu bütüncül ve paylaşımcı bir yaklaşımla Sagan'ın da dediği gibi "-canlı ve tek bir organizma- olarak görmektir." Çünkü artık gayet iyi biliyoruz ki "Kendisiyle savaşan bir organizma yok olmaya mahkumdur".

Bunu anlayabilmek o kadar önemli ki...Bakış açımızı değiştirebilmek için bencilliklerimizin yerini özgecil davranışlarımız almalı. -Birey-in kozmosun en önemli parçası olduğunu bilmek bize bireyin diğer bireylerden üstün olduğunu değil diğer bireylerin de en az bizim kadar üstün olduğunu düşündürmeli...Tabiiki unutmadan belirtmek istediğim birşey var, o da burada bahsettiğim idrak etme sürecinin, doğayı anlamanın onu değiştirmek için gerekli olduğunu ve onu değiştirmenin de esas olduğunu düşünen -Marksist felsefe-nin öngördüğü değişim süreciyle taban tabana zıt bir yolda olduğudur. Doğayı anlamak ve ona daha iyi entegre olabilmek esastır çünkü, onu değiştirmek değil. Nitekim doğayı değiştirmenin yararlı beşeri getirileri ol(a)mayacağının marksist felsefenin gerilemeye başladığı 20. yüzyılın ikinci yarısında daha belirgin bir şekilde idrak edildiğini tecrübe ediyor ve düşünüyorum.Bununla birlikte kendime ve sizlere soruyorum, İnsan aklının mutlak zaferi,onun (insanın) işlevsel silsilesini anlayabildiği doğaya, düşünsel süreçlerinin sonunda ürettiği mantıksal çıkarsama ve nihayetinde geliştirebildiği pozitif ve yapıcı yaklaşımlarla eklemlenebilmesiyle mümkün değil midir?

İşte bilimin devreye girdiği nokta da tam olarak burasıdır.Aslında bir bakıma Sagan "Bilim,salt bir bilgi kütüğü/kaynağı olmaktan da öte bir düşünme biçimidir, şüpheci bir yaklaşımla evreni sorgulama ve araştırma yöntemidir" derken, uygulamalı bilimin doğayı değiştirmek için değil de onu anlayarak doğal ya da yapay süreçlere mantıklı çözümler üretebilmek ve ona daha iyi entegre olabilmek için kullanılmasını öngören bir düzen ve düzlemde insanın üzerine düşen şüpheci yaklaşımlara layıkıyla başvurması gerektiğini de düşünmemiş midir sizce? Sorunlarımızın ve sorularımızın önceliğini belirleyebilmek bu konuda harekete geçip doğayı koruyabilmek açısından hayati önem taşır dolayısıyla harekete geçtiğimiz zaman doğru,yerinde ve zamanında kararlar da alabiliyor olmamız gerekir ki bu da sağlam bir bilimsel birikim ve altyapıyı gerektirmektedir.En önemlisi de mikro kozmos ile makro kozmosun aslında aynı şeyler olduğunu anlayabilmektir.Bugünlük te en azından bu konu ile ilgili düşünsel faaliyetlerimin sonuna geldim. Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. herkese iyi akşamlar arkadaşlar :)

                                                                                U.E.